| |||||||||||
HABER ARA |
15 Mart 2010 Eğirdir Gezisi17 Mart 2010, 03:48 Bir günlük bir gezi için, gece karanlığında uykusuz uzun yolları göze alabilmiş gezginleri, doğanın elsıkılığıyla (cimrice) sunduğu güzellikler mutlu edebiliyorsa “Gezinin kötüsü olmaz...” diye düşündüm Eğirdir’de. Böyle düşünmemin nedeni aynı bölgeyi, doğanın güzelliklerini elaçıklığıyla (cömertçe) sunduğu coşkun zamanlarında gezmiş olmamdır. Oysa bir gezi, bizlere yeni düşünüler, yeni sevinçler verebiliyorsa, sağlığımızı pekiştiriyorsa hangi zamanda, hangi koşullarda yapıldığının pek bir önemi yok. Kaldı ki Eğirdir gezisini Isparta bölgesi için ilkyazın eşiği sayılabilecek bir zamanda yaptık. İlkyazın muştusunu, ilk sevincini aldık erken çiçeklenmiş sabırsız ağaçlardan... Yirmi altı kişi, bir otobüsle, cumartesiyi pazara bağlayan bir saatte (00:30) çıktık Alanya’dan. Hava ılıman olmakla birlikte bölge için yağmur olasılığı yüksekti. İlk molayı saat 02:30’da Aksu’da verdikten sonra arabamız Isparta yoluna girdi. Hiç duraklamadan gece karanlığında Çandır’a doğru ilerledik. Gezimizin ilk uğrağı, ulusal geziliklerimizden (milli park) biri olan Yazılı Kanyon idi. Kanyonun yakınındaki Canlar Alabalık Üretme Çiftliği’ne vardığımızda saat yanılmıyorsam 05:30’a yaklaşmaktaydı. Gün daha ağarmamıştı. Arkadaşlarımızın çoğu uyumaktaydılar. Saat 06:00’ya yaklaşırken gün ağarmaya, kuşlar cıvıldamaya başladı. Erken uyanan arkadaşlarımızdan bazıları otobüsten inmiş, kimisi çevrede gezinmekte, kimisi de fotoğraf çekmekteydi. Alabalık işletmesinde yapacağımız kahvaltı saati önceden kararlaştırılmış, işletmeye bildirilmişti. Ancak, biz iki saat erken geldiğimizden hiçbir hazırlık yapılmamıştı daha. Çayın hazırlanması için beklemek zorunda kaldık. Ben çevrede kısa bir inceleme gezintisi yaparak bu bekleyişi değerlendirmek istedim. Bir çam ormanı içinde bulunan alabalık işletmesinin doğusunda görkemli kayalıklar dimdik bir duvar gibi yükseliyor, kanyonun içinden geçip Karacaören Göleti’ne doğru akan Değirmendere Çayı alabalık havuzlarının yakınından geçiyordu. Koray’la birlikte alabalık havuzlarının arkasındaki asma köprüden çayın öteki kıyısına geçtik. Bizi kanyona ulaştıracak bir yol aradık. Yolu (patika) bulmamız çok sürmedi. Bu yolu güvenle kullanabileceğimizi anladıktan sonra çayın demlenmiş olacağını düşünerek geri döndük. Kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 07:50’de yürüyüşümüze başladık. Aynı köprüden karşıya geçip kanyona doğru giden keçiyolunu (patika) izledik. Bu yol önce kayalıkların arasından geçerek biraz yükseliyor, sonra çam ormanının içinden geçerken sağa (yukarı doğru) bir kol verip alçarak kanyonun girişine ulaşıyor. Yaklaşık 1 km.lik bir yürüyüşten sonra saat 08:30’da kanyonun giriş noktasına vardık. Bu noktada iki köprü var. Biz daha önce karşı kıyıya geçmiş olduğumuzdan bu köprüleri kullanmamıza gerek kalmamıştı. Kanyona adını veren kaya yazıtları bu köprülerin yakınındaydı. Yazıtlardan birinin Türkçe çevirisini yapıp camlı bir dolabın içine koymuşlar. Söz konusu yazıt, MS 1. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan düşünür, öğretmen Epiktetos’a özgü olduğu söylenen bir şiir idi. “Özgür İnsan Üzerine Şiir” başlığını taşıyan bu şiirin çevirisini ilgiyle okudumsa da çevirmenin Türkçesini pek beğenmedim. Şiirde geçen yarı dinsel yarı aktöresel düşünceler üstünde düşünmeyi sonraya bırakıp kanyon yolunda ilerleyen arkadaşlarıma yetiştim. Köprüden sonra izlediğimiz, biraz genişletilmiş bakımlı yol, kanyonun güney yamacındaki çam ormanının içinden geçerek yaklaşık 1 km sonra bir açıklığa varıyor. Manzara görüntüleri çekmek isteyen fotoğrafçılar için bu yol çok güzel görüş açıları veriyorsa da ışığın yeterli olabilmesi için güneşin iyice yükselmesini beklemek gerekiyor. Bu nedenle içinde 100 ASA film olan küçük makinamla hiç fotoğraf çekemedim ne yazık ki. Ekibimiz tatlı bir yürüyüşle saat 09:00’da sözünü ettiğim açıklığa ulaştı. Bizi buraya kadar güvenli bir biçimde getiren yürüyüş yolu burada bitiyordu. Bazı arkadaşlarımızda az da olsa yorgunluk belirtileri görüldüğünden burada bir dinlenme yapmayı uygun gördük. Bu açıklık bir dinlenme yeri olarak çok uygun. Kuşbakışı bakıldığında eni, boyu yaklaşık 60’şar metreyi geçmeyen yeşillik bir alan. Burada yükseklik 375 m. Ancak, güneyde bir yarım çanak biçiminde yükselen ormanlık yamaçlar tepelerde 1000 m. yüksekliğe ulaşıyor. Alanın kuzeyinde, kanyon vadisine neredeyse dik açı yapacak bir biçimde oluşmuş bir başka vadi yer alıyor. Bu vadi, daha sonra içinden geçtiğimiz Karadiken Köyü’ne doğru yönleniyor. Arkadaşlarımız, kamp yaşamını sevenleri kışkırtan güzellikteki bu alanda dinlenmelerini sürdürürken ben yolun sonraki bölümünü incelemek için kısa bir inceleme yürüyüşü yapmayı gerekli gördüm. Yolun bundan sonraki durumunu, ne kadar sürdüğünü, güvenli olup olmadığını ben de bilmediğimden bunu bir an önce anlamak, bir olumsuzluk varsa arkadaşlarımızı boş yere yormamak gerekiyordu. Nitekim, alanı geçtikten sonra yolun iyice darlaşarak bir keçiyolu (patika) biçimini aldığını, bazı arkadaşlarımızı zorlayabilecek bölümler içerdiğini saptadım. Ancak bedensel yetkinliği yeterli olan arkadaşlarımız bu yolu kolaylıkla kullanarak daha ilerilere gidebilirlerdi. Elden geldiğince yürüyüşün birlikte sürdürülmesini istediğimden keçiyolu üstünde hemen herkesin kolaylıkla ulaşabileceği ikinci bir dinlenme noktası aradım. Uygun bir yer bulur bulmaz arkadaşların yanına döndüm. Sırası gelmişken ekibimizle ilgili kısa bir bilgi vermek isterim. Gezi ekibinin yirmi altı kişiden oluştuğunu daha önce belirtmiştim. Ekibin yaş durumu çok çeşitlilik göstermekteydi. Geziye katılan en küçük gezginler Erdem Doğruyol 3,5, Pelin Peker 9 yaşlarında, en yaşlılarımız ise sanırım 60’ın üstündeydi. Ağırlığı genç, orta yaş grubu oluşturuyordu diyebilirim. Ancak şunu hemen belirtmekte yarar var: doğa gezilerinde yaş etkeni yalnız başına çok belirleyici değil. Çünkü bedensel durumu iyi olan bakımlı bir yaşlı yürüyüşçü yaşça daha genç olan bakımsız birinden çok daha dayanıklı olabilir. Doğa gezileri tasarlanırken katılımcıların bedensel yetkinliklerini dikkate almak büyük önem taşıyor. Bu konuya yeterince özen gösterilmezse bir gezi bazıları için mutluluk verici olurken bazıları için anlamsız bir işkenceye dönüşebiliyor. Bu açıdan bakıldığında bugünkü gezimizin çok ölçülü olduğu kanısındayım. Saat 09:20’de ekibimiz yeniden yürüyüşe geçti. Hep birlikte keçiyolunu izleyerek ilerledik. Bazı hanım arkadaşlarımız ikinci dinlenme noktasında kalmak istediler. Fotoğraf çekimine yoğunluk veren arkadaşlarımız sanırım bu yol kesiminde de çalışmalarını sürdürebildiler. Ben birkaç hanım arkadaşla en önde ilerlemekteydim. Yaklaşık 500-600 m.lik bir ilerleyişten sonra yolun sonuna vardık. Bundan sonra ilerleyebilmek için suya girmek gerekiyor. Kanyon bu noktada kıvrılarak kuzeydoğuya yönleniyor. İşte bu son noktada kayaların bağrına sığınmış pembe tavşankulakları (siklamen) ile adlarını bilemediğim sevimli ak çiçekler güzelliklerini bir ödül gibi sundular bize. Böylece kanyonun güzel varlıklarından hiç değilse birkaçını görebilmiş olmanın mutluluğuyla dinlenme yerimiz olan açıklığa doğru dönüşe geçtik. Herkes açık alana geldiğinde saat 10:05 olmuş, güneş iyice yükselerek kanyonun içini aydınlatmaya başlamıştı. Kanyonda yapabileceğimiz yürüyüşün tamamını yapmıştık. Herkes iyi durumdaydı. Tek sorunumuz bir türlü bulunamayan Koray’ın sırt çantasıyla Ali Aral’ın kayıp ceketiydi. Koray daha rahat yürüyebilmek için çantasını bir ağacın dibine bırakmıştı. Ali Aral’da ceketini bu çantanın üzerine bırakıvermiş. İlginç olan her ikisinin de çantayla ceketin bırakıldığı yeri bulamamış olmasıydı. Kanyonun sonuna doğru yürürken bir ağacın dibine bırakılmış çantayı ben de görmüştüm. Ama tam olarak yerini ben de anımsayamıyordum. Hiç beklenmedik bir hırsızlık olmuş olabileceğinden kuşkulanmaya başlamıştım ki Jale Hanım’la Koray yolun son bölümünü bir kez daha yürüdükten sonra çantayla ceketi bulup geldiler. Saat 10:40’ta dönüş yürüyüşüne başladık. Ekip 11:00’de köprülerden geçerek doğruca kanyon girişindeki dinlenme yerine yönlendi. Alabalık işletmesinde duran otobüsümüzün kanyonun girişine gelerek bizi alması dönüş yolunu en az 1 km kadar kısaltmış olacaktı. Sürücümüz Süleyman’a otobüsü getirmesi için haber vermek amacıyla Hale Koper’le Koray Arslan gönüllü olarak alabalık işletmesine gittiler. Zafer Peker’in sürücümüz Süleyman’ı neden telefonla aramadığını şimdi düşünüyorum... Ya telefon numarası yoktu Zafer’de ya da telefon çekmiyordu kanyonun içinde. Sonuçta arabamız 11:30’da kanyonun girişine geldi. Arabamıza binip yeniden alabalık işletmesine döndük. Çay borcumuzu ödeyip Kovada Gölü yoluyla ilgili bilgi aldıktan sonra saat 12:00’de Eğirdir’e doğru yola çıktık. Bu bölge derin vadilerle, kanyonlarla yarılmış bir plato olduğundan gerek arazinin gerekse yol ağının çok şaşırtıcı bir yapısı var. Demek istediğim yolu iyi bilmeyen biri kolaylıkla yanlış yollara sapabilir. Ya da bir anlık dikkatsizlik bile sapağı kaçırmaya yol açabilir. Daha önce bu bölgede böyle bir sorunla karşılaştığım için ben de arabanın en önünde sürücünün yanında oturarak yardımcı olmaya çalıştım. Çünkü sürücümüz de yolun bundan sonrasını bilmiyordu. Neyseki hemen her kavşakta tabelalar vardı. Gerek yerli kişilerden aldığımız bilgilerle gerekse harita bilgilerinden yararlanarak uygun bir kestirmeyle saat 12:35’te Karadiken Köyü’ne ulaştık. Bundan sonrası kolaydı artık. Kuzeye doğru giderek 13:45’te Kovada Gölü’nün güney ucuna vardık. Fotoğraf çekmek isteyen arkadaşlarımız için uygun bir yerde durduk. Benim bir zamanlar yüzdüğüm bu güzel göl ne kadar da neşesiz görünüyordu bu mevsimde... İster istemez çok uygunsuz bir zamanda geldiğimizi düşünerek üzüldüm kendi kendime. Gölün en güzel bir yerinde bir zamanlar lezzetli balıklar yediğimiz bir lokanta vardı. Bu lokantayı bir yıkıntı durumunda görünce üzüntüm daha da arttı. Beni avutan çınarlar oldu yalnızca. Kovada Gölü çevresi anıtsal çınar ağaçlarıyla da ünlüdür. Bu güzel ağaçların güçlü gövdelerini, görkemli dallarını yeniden görmek üzüntümü yatıştırdı. Yeniden arabamıza binip Kovada Gölü’nün batı kıyısı boyunca ilerledik. Saat 13:10’da Kırıntı Köyü’nden geçtik. Kuzeye doğru elma bahçelerinin arasından ilerlerken bu ağaçların birkaç hafta içinde çiçekleneceğini düşündük. Oluşacak o görkemli görünü gözümüzde canlanır gibi oldu. Şukufe Hanım’ın yanındaki arkadaşına “O zaman mutlaka buraya gelmeliyiz.” dediğini duyduğumda kendi kendime sevindim. Çünkü bu bölgenin güzelliklerini şu anda göremiyor olmayı içime sindiremiyordum. Ama hiç değilse bu gizlenen güzelliğin ortaya çıkışını düşleyebiliyor olmak yeterince avutucuydu benim için. Saat 13:30’da Eğirdir’e girdik. Arabamızla doğruca Ada yoluna girdik. Herkes çok acıkmıştı. Yemek yiyecek bir yer arayışı başladı. Birkaç yerle görüşen arkadaşlarımız karar vermekte zorlanmaya başladılar. Kimisi “Balık yemek isterim” diyor, kimisi “İçki olmazsa bana uymaz” diyor, kimisi “Ben yalnızca çay içerim” diyor, garsonun biri “Bizde içki yok çorba verelim!” diyor. Her kafadan bir ses çıkıyor... Ortak bir karara varılamayınca yeniden otobüse doluşup uygun olabilecek bir başka restorana gidildi. Bu arada bazı arkadaşlarımız otobüse binmeyip adanın ucundaki bir parkın içinde oturarak yanlarındaki yemeklerini yemeğe başladılar. Ben de daha sonra otobüsten inip yalnız başıma adayı kıyıya bağlayan yol üzerinde yürümeye başladım. Yanımda yiyecek vardı. Benim aradığım çay içerek yemeğimi yiyebileceğim manzaralı bir bahçeydi. Ada yolunun tam ortasında böyle bir yer buluverdim. Hemen bir çay söyleyip bir masaya oturdum. Yemeğimi hızlıca yedim. Çünkü, yel kuzeyden biraz sertçe esmeye başlamıştı. Üşümemek için ikinci çayı söylemeden kalktım. O sırada Hale telefonla aradı. Ben çarşıda gezinmek istediğimi söyleyince o da katılmak istedi. Yol üstünde buluşup çarşıya doğru yürüdük. Kale içini gezdik. Eski Eğirdir evlerinden birkaçını gördük. Eski Selçuklu medresesi (Taş Medrese/Dündar Bey Medresesi/1237) avlusundaki dükkanlara baktık. Sonra çarşının arkasındaki sokaklardan birine girerek kendimizi sokağın akışına bıraktık. Bu sokaktan yokuş yukarı çıkarak gölü daha güzel görebileceğimiz bir yere vardık. Gölün rengi buz yeşili gibiydi. Yakınımızdaki yüksek tepenin yamaçlarında sedir ağacı olabileceğini sandığımız anıtsal güzellikte ağaçlar gördük. Yeniden aşağıya indiğimizde kıyıda oturup çay içebileceğimiz güzel bir yer aradıysak da zamanımızın iyice daraltığını görünce buluşma yerine doğru gitmeyi daha uygun bulduk. O sırada Zafer telefonla beni aradı. Askeri kumaş satan bir yer görürsek bildirmemizi istedi. İlhami arkadaşımız için gerekliymiş bu kumaş. Böylece yeniden çarşıda dolaşmaya başladık. Sonunda aradığımız yeri bulup Zafer’e bildirdik. Bu dolaşma sırasında Kızıl Çubuk adlı bir fırında kocaman ekmekler görmüştük. Hale ile ortaklaşa bir ekmek aldık. Bu güzel ekmeği gören arkadaşlarımızın çoğu koşa koşa gittiler o güzel fırına. Aklıma gelmişken şunu da söylemek isterim: Fırından ekmeğimizi almış çıkıyorken fırıncıya yakınlarda bir çay ocağı olup olmadığını sormuştum. Fırıncı yakında böyle bir çay ocağı olmadığını söyledikten sonra dedi ki “Dilerseniz ben buraya getirteyim burada oturup için çayınızı.” İşte yağmur çiselemeye başladığında biz böyle güzel, böyle sıcak anılarla bindik arabamıza... Saat 16:25’te Eğirdir’den ayrıldık. Hızlanan yağmur altında Isparta’yı geçip Antalya yoluna girdik. Saat 18:45’te Karacaören Göleti’nde Gölbaşı dinlenme yerinde bir çay molası verdik. İçtiğimiz çaylar, oturduğumuz bahçe, göletin görünümü, hepsi çok güzeldi... Bu gezide yorulmayan yalnızca iki kişi vardı. Onların adlarını anmadan geçemeyeceğim: Erdem Doğruyol ile Pelin Peker. Saat 21:30’a doğru arabamız Alanya’ya varmış, bir güzel gezi daha anılarda yerini alıvermişti.
Bu haber 8241 defa okunmuştur.
|
GOOGLE TRANSLATEGALERY
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLAR |
|||||||||
Copyrigt by ALDOSK © 2010 Tüm Hakkı Saklıdır. Ajans haberlerinin yeniden yayımı ve herhangi bir ortamda basılması, ilgili ajansların bu yöndeki politikasına bağlı olarak kesinlikle yasaktır. Portalımızda yayınlanan diğer haberler ise, kaynak gösterilmek ve portalımızın ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.
Altyapy: MyDesign Haber Sistemi |